Konuşmamda iki tane zorluk var. Birincisi en iyi bilenlerin önünde bir şey söylemek ikincisi onu tanımayan gençler. Her iki gruba Necip Fazıldan bahsetmek. Zorluk bu.
Necip Fazılı burada belki yeni tanıyan, sevgili gençlerle konuşmak istiyorum. Bizim kuşağımız Necip Fazılla büyüdü. 1960-1970 yıllarda lise, üniversite eğitimi gören gençlik özellikle Anadolu gençliği birazda milliyetçimuhafazakâr yani varsa tamamı Necip Fazıl çemberinde büyüdüler. Böyle olunca Necip Fazılı tanıyoruz. Şahsen, hem eserleri, hem fikirleri ile tanışığım. Ama daha sonraki kuşaklarda 1980-1990-2000 li kuşaklarda onunla tanışma geriledi. Öte yandan onun yetiştirdiği insanların fikir açılımları sayesinde bu alan çok gelişti, genişledi. Belki biraz Necip Fazıl unutulur oldu ama 30. yılına gelince tekrar hatırlandı.
Necip Fazıl Kısakürek için Türkiye nin her yerinde anma programları yapılıyor. Aslında bu program Samsunun anma programıdır. Ama zamanın kısalığı organizasyondaki zorluklar nedeni ile okul salonunu tercih ettik. Okulda gençlerle konuşmayı yeğledik. Gençlerle birlikte olmayı yeğledik.
Necip Fazılında temel kaygısı gençliktir. Eserlerinde görülecek ki en çok üzerinde durduğu gençlik. Çünkü Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’i düşünün. Osmanlının son döneminde ki fikir akımlarını düşünün. Cumhuriyet dönemini düşünün. Cumhuriyetle beraber kalkınma davası başlıyor. Devleti yönetenlerin veya aydınların kafasında ki endişe yarın gençliğimizin ne olacağı. Çünkü harp üstüne harp görmüş koca imparatorluktan Anadolu coğrafyasına sıkıştırılmış ve oradan da atma planları olan büyük çevre karşısında Anadolu da tutunmamız, var olmamız lazım. Bunun da yolu, davası gençlikten geçiyor. Böyle olduğu için her aydın hangi düşünceden olursa olsun gençliği konu etmiştir.
Necip Fazıla gelince. Necip Fazılın asıl özeti ‘Çile’dir. Necip Fazıl düşünce adamı her yönü olan aydın. Necip Fazıl en çok kendisini şiir dünyasın da ortaya koyar. Her aydınınbir sanat anlayışı var.Necip Fazıl da hakikate ulaşmak;
“Anladım işi; sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.”
Necip Fazılı gençlik ikişiiri ile tanır. Onu yalnızca şair olarak tanıyanlar ‘Kaldırımlar’şiiriyle tanırlar. Milliyetçi, Muhafazakâr gençlik ‘Sakarya’ şiiri ile tanır. Gerçekten kaldırımlar şiirsanatının harikası.
“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum,arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.”
Kendi yalnız. Kaldırımlar yalnız. Şehir ıssız. Necip Fazıl kaldırımları yazar. Ama bu günün şairi bir kaldırımlar şiiri yazsa ne yazar? Sabaha kadar açık, yanıp sönen lambalar, sağa sola yürüyen kadınlar, kendini kaybetmiş adamlar, araba gürültüleri, evlerden gelen haykırışlar, çığlıklar… Kaldırımlar aslında bir dönemi anlatıyor.
Necip Fazıl aslında bir İstanbul şairidir. İstanbul üzerine en güzel şiiri de Necip Fazıl yazmıştır. Necip Fazıl şiirinde İstanbulun dünyayı yöneten şehir olduğunu verir. Gerçektende biz İstanbulu İslamlaştırdıktan ve Türkleştirdikten sonra İstanbulu aldığımız çıtadan daha yükseklere çıkardık. Çünkü İstanbul bir imparatorluğun başkenti idi. Biz İstanbulu aldıktan sonra bir ülkenin başkenti yapmadık. Yani İstanbula hak ettiği değeri ve kıymeti verdik. İstanbulu kıtaların başkenti yaptık. İşte İstanbulun şiiri tarihle iç içe bu günü anlatan muazzam bir şiirdir.
“Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...”
İstanbul’un bir davası da Türkçe davasıdır. Türkçenin en kemale erdiği, en güzelleştiği anlar İstanbul da olmuştur. İstanbul Türkçesini düşünün. Kuş sesi gibi. Maalesef eskilerden hatırlarsanız 60-70 yaş kuşağında kaldı. İstanbul Türkçesi. Yeni nesil maalesef İstanbul Türkçesini unuttu ve boğdu. Çünkü Anadolu kendi diliyle, kendi kültürü ile İstanbul’ a geldi. İstanbulun içinde erimedi. Türkçemizde bu hale geldi. Mesela burada, bir mısra var.
“Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından”
Bunun okadar çok anlamı var ki. Denirki, zaferlerden sonra gelen haberler üzerine atılan çığlıklar. Belki Nizamı alem için boğdurulan çocukların çığlıkları. Bir yönden acıların çığlıkları, bir yönden sevinçlerin çığlıkları. Üstadın şiirinde böyle bir felsefe derinliği var. Necip Fazılın şiir ve söz ustalığının en anlamlısı bence beklenendir.
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Nede şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”
Bir insan, bekleyişin ve Türkçenin güzelliğini bu kadar güzel anlatamaz. Sevgili gençler Necip Fazıl,Karadeniz şiiri de yazmıştır. Ama adı Karadeniz değil. Karadeniz kıyılarında cisem cisem yağan yağmurlar dönemine rastlayınca, işte “bu yağmuru” yazmış.
“Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.”
Her şairin bir “anne” şiiri vardır. Her şairin yazdığı anne şiiri çok güzeldir. Çünkü annenin kendisi çok özeldir. Dolayısı ile anneye yazılan her kelime güzel olur. Necip Fazıl Kısakürek diyor ki.
“Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim! “
Necip Fazıl kendi ruh kökümüzün olduğunu düşünür. Yani bizler bir ağaç kökü misali tarihe bağlıyız. Tarihteki medeniyetimize, kültürümüze, değerlerimize, birikimlerimize bağlıyız. Ve bunlar bir ağacın kökleri gibi toprağa dal budak sarılmıştır. Her kök bir isimde sembolleşmiştir. Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş. Mesela Yunusu anlatır. Kendi ruh kökümüze değinir. Köroğlunu anlatır. Köroğlu bir kahramandır. Köroğlu bizim hak-adalet dediğimiz düzenin dava sembolüdür. Köroğlu’ na şöyle bakar.
“Sırmalı cepkeni attı koluna,
Tek elle dizgini gerdi Köroğlu.
Tozlarla atılıpdağın yoluna,
Yeşil muradına erdi Köroğlu.”
Dedim ya gençliğin önemli bir bölümü Sakarya türküsü ile Necip Fazılı tanır. Bu günlerin gençliğine sanki dünden görmüş gibi mesaj verir. Sevgili gençler Necip Fazıl aynı zamanda kentli bir insandır. Ülkenin geleceğini kentlerde görür ki, doğrudur. Bugün nüfusumuzun yüzde doksanı artık kentlerde yaşıyor. Geri dönmemesine yaşıyor ve artık siz kentlisiniz. Sizden doğanlarda kentli. Öyle devam edecek.Kentlerde insanları kalabalık yığınlar olarakda görebilirsiniz. Mütecanis dediğimiz anlaşmış, kaynaşmış belli bir ortak zeminde buluşmuş insanlar olarak da görebilirsiniz. Kentlerde insanların, toplumun kalabalıklaşması çok kolaydır. Kentte yaşayan insanların kalabalıklaşması halinde onlara birinin haykırması lazım. İşte Necip Fazıl o gün haykırmış ‘Destan’ şiirinde.
“Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak”
Gençlik Necip Fazılın en çok sevdiği gençliktir. Gençlerin yığın kalabalıklar olmasını istemez. Bizim şiir sanatımızda direk anlatmadan ziyade benzetmeler yoluyla tanımlar vardır.
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”
Evet, burada gençliğe ince bir mesaj veriyor.
Zindandan Mehmet’ e mektup. Orda zaman kavramından bahseder çokça. Hem zindanı, hem zamanı, hem orda yaşanan hayatı, öyle bir tasvir eder ki benzeri yok. Çünkü şairlerin en güçlüsünün tasvir yapanlar olduğunu görürüz. Yoksa ne anlama geldiğini bilmeden kelimeleriyan yana, alt alta yazdığımız şiir olurda esasında derinlik olmaz.
O, zamanı öyle bir işliyor ki.
“Çaycı, çay getir ilaç kokan çaydan,
Dakika düşelim senelik paydan,
Zindanda dakika, farksızdır aydan,
Karıştır çayını zaman erisin,
Köpük köpük, duman duman erisin.”
Anadoluda insanlarımız kahveye giderler. Kahvede oturdukları zaman 2-3 tane şeker atarlar. Kaşıkla şakır şakır karıştırırlar. Orada zaman eritirler. Zaman erir orda.
Mademki gençlikle söyleşiyoruz. Onu yalın dille, şiir üzerinden kolay anlatılır düşüncesiyle böyle bir yolu seçtim. Sevgili gençler Necip Fazıl Kısakürekle tanışın. Onda çok yeni şeyler bulacaksınız.
Sizi sevgi ve saygı ile anıyorum. |