Cemreler çoktan düşmüştü. Hava, su, toprak ısınmış hayata yeniden merhaba başlamıştı. Adına da yenibahar yani yeniden bahar diyoruz. Bahar tabiatın uyanışı ve canlanışı demek.
Bizde bu uyanışı görmek, kentte küllenen ruhumuzu ve uyuşan bedenimizi yenilesin diye kuş cennetini seçtik gezimize dair.
İyide etmişiz. Nede iyi etmişiz ki ruhumuz mesajlarını aldı. Bedenimiz bol oksijen ikliminde doyuma erdi. Bahar vurgunu yedik anlaşılan.
Yol güzergâhını bilmiyorduk. Önce yol yordamı sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ya. Öyle oldu. “Bu yol sizi götürür’’ dediler. Yola koyulduk. Yola çıkmadan öncede 19 Mayısta kavşakta güneşin serinliği altında kahvenin birkaç masa atılı bahçesinde demli istediğimiz çayı içmeyi ihmal etmedik.
Üç kişiydik. Sohbetimiz koyulaşıyordu. TRT’ nin halk müziği doğanın ruhumuza sunduğu ferahlığa, eşlik ediyor içimize doluyordu. Memleket havaları.
Yol boyları basit çitlerle çevrilmiş tarlalar, tarlalarda desen desen yeşile karışmış çiçekler. Alıp içimize koyasınız geliyor. Eğiliyor bir çiçeği mesela papatyayı koparmaya kıyamamanız geliyor. Şimdilik seyrediyoruz. Seyrine doyum olmuyor. Nereye baksanız öbür tarafta gözünüz kalıyor. Fotoğraf makinesiyle çekeyim deseniz sanıyorsunuz. Her yer, her açı albenisiyle çekime hazır. Benide benide diyor. Ve yolculuk ağır ağır ilerliyor.
Köy evlerinin yanından geçerken buralarda yaşayanlara imreniyor, doğallıklarına gıpta ediyoruz. Sohbete daldığımız köylü ile şehirdeki evimizi, mesleğimizi çoktan değiştirmeye razı olduğumuz dilimiz döndüğünce anlatıyoruz. Şehir onlara, oralarda çok uzaklarda geliyor. İnsanı başkalaştıran kentleri hissetmişcesine ürküyor, masumiyetiyle ‘’olmaz’’diyor.
Bilirsiniz köylüler “olmaz” yerine “hıh” derler. Bir hıh dedimi ebediyen kabul etmezler. Sonra işi şakaya bağlıyoruz. Her yerin derdi olduğunu izaha çalışıyor bize karşılık olarak.
Neyse yolun sağlı sollu manzarası karşısında ‘’bura nere’’ der gibi şaşkın bakışlarla bazen durarak, bazen yavaşlayarak ilerliyoruz.
Göl kıyısına geldiğimizde tabiatta ses çıkaran ne kadar canlı varsa adeta hepsinin ortak kurduğu koro karşılıyor bizi. Kurbağa sesleri baskın bu koro tabiatın, insan ruhuna en yatkın sesleridir. Araba homurtusunu ne kadar çirkin, ne kadar tırmalayıcı imiş. Hemen aracı kapatıyor sessizliğe gömülerek tabiatın notasını bilmediğimiz ahengi altında, ruhumuza yol veriyoruz.
Müzik ruhun gıdasıymış. Bu diyoruz. Daha ötesi olamaz.
Ama insan oğlu kendi cinsi dahil her canlıyı korkutmuş. Hareketlerimiz bir iki kelamımız bu doğal koroyu, cümbüşü, boğuveriyor. Sesler nerdeyse kalmıyor. Geriye kurbağaların baskın sesi kalıyor. Doğanın tek sesli müzikle ziyafetine devam ediyoruz. |